Biyolojik Çeşitliliğin Korunması -9.Sınıf Biyoloji 3.Ünite-

Biyolojik Çeşitliliğin Korunması
Ülkemizin biyolojik çeşitliliğinin çok zengin olduğunu, bu zenginliğin nedenlerini detaylı bir şekilde tartışırken bu zenginliği korumamızın önemini de birçok kere vurguladık. İnsanlar sahip oldukları teknolojileri, doğanın dengesini değiştirmek için değil, doğal olarak devam eden değişikliklere kendi neslinin daha iyi uyum sağlayabilmesi için kullanmalıdırlar. Bizler çevremizi kendi evimiz gibi koruduğumuzda, birçok canlının neslini devam ettirmesini ve çevrenin canlılığını devam ettirmesini sağlamış olacağız.

Çevrenin canlı ve cansız unsurlarının bir denge içinde olduğunu biliyoruz. Önemli olan, çevrede meydana gelen olayların doğanın kendini yenileyebilmesine engel olup olmayacağına doğru bir şekilde karar verilmesidir. Doğal olanın aksine, kuru ve çorak bir alanın orman hâline getirilmesi ile bir ormanın yanarak kuru ve çorak hâle gelmesi biyolojik çeşitlilik açısından aynı derecede felakete yol açabilir. Çevre için olumlu olacağını sandığımız bir faaliyet canlılar açısından yararlı olmayabilir. Bizler bireysel olarak, tahribattan ve bilinçsiz ağaçlandırmadan kaçınmalıyız.

Türkiye’deki Biyolojik Çeşitliliği Koruma Faaliyetleri
Biyolojik çeşitliliğin korunması için yürütülen çalışmalar iki grupta toplanmaktadır. Birincisi, canlının yaşadığı doğal ortam içinde korunmasıdır. Bir canlının tüm yaşamsal ilişkileri, komşulukları yaşadığı ortamda devam etmektedir. Bu demektir ki siz, bir canlı türünü kendi yaşam ortamında koruma altına alırsanız orada yaşayan başka türleri de korumuş olursunuz. Bu amaçla çevremizde, millî parklar, tabiat parkları, tabiatı (doğayı) koruma alanları, habitat/tür yönetim ve işletme alanları, gen yönetim bölgeleri, gen koruma ormanları oluşturulmuştur. Ülkemizde de türlerin doğal yaşama alanlarını korumak için oluşturulmuş, millî parklar ve tabiat parkları, tabiatı koruma alanları, yaban hayatı koruma ve yaban hayatı üretme istasyonları faaliyet göstermektedir

HALİÇ ÇEVRE KORUMA PROJESİ
Bir zamanlar yemyeşil topraklarıyla ve içerisinde yaşayan en nadide deniz ürünleri ile Altın Boynuz olarak anılan ve 1990’lı yıllarda kötü koku ve pislik nedeniyle yanına dahi yaklaşılamayan Haliç, o eşsiz güzelliğine yeniden kavuştu.
Dünyanın en güvenli tabii limanlarından biri olan Haliç, tarih boyunca bolluğun ve bereketin simgesi oldu. İlk
çağda yapı itibariyle altın boynuza benzetildiği için Altın Boynuz adını alan Haliç, Osmanlı döneminde kıyılarındaki yemyeşil düzlükler ile dünyanın en verimli toprakları, her türlü balığın bulunduğu suları ve en nadide deniz ürünleriyle, bereketiyle ün yapmıştı. Bu dönemde, dünyanın dört bir yanından ticari gemiler Haliç’in masmavi sularına girer ve bambaşka bir görüntü oluştururdu. Bu gemilerin her türlü liman hizmeti ve tamir işleri Haliç tersanelerinde yapılır. Çin’den, Mağrip ve Meşrik’ten gelen insanlar Haliç kıyılarında buluşurlardı. Özellikle Lale Devri’nde Kâğıthane eğlenceleri dillere destan olmuştu.

Haliç Nasıl Kirlendi
1954 senesinde sanayi bölgesi ilan edilen Haliç hızla kirlenmeye başladı. Çevrede kurulan birçok sanayi kuruluşunun atıkları Haliç’i kirletmekteydi. Bu nedenle bir zamanların kültür vadisi olan ve içinde birçok medeniyetin tarihini barındıran Haliç’in, kısa bir zaman öncesine kadar su derinliği yer yer yarım metrenin altına kadar düşmüş, sandalların bile yol alamadığı bir bataklık hâline gelmişti Hâliç. İstanbul’un cazibe merkezi ve saray ahalisinin mekânı olan Haliç, şehrin adeta bir kara lekesi hâline dönüşmüştü.
Dünyada Altın Boynuz olarak bilinen ancak yüzyılın başından itibaren sanayi atıkları ve evsel atıklar sebebiyle
adeta bir bataklık hâline dönüşen ve kötü kokusundan yanına dahi yaklaşamadığımız Haliç’in büyük bir titizlik içinde gerçekleştirilen çalışmalar neticesinde eski günlerine döndüğü hepimizin malumudur.
İstanbul metropolünün merkezinde, ülke turizminin önemli bölgelerinden biri olan Haliç’teki temizlik, bilimsel
ve teknik açıdan akademik çevrelerde incelenmiş, temizliğin sadece yüzeysel değil kimyasal olarak da gerçekleştiği bilimsel raporlarla belgelenmiştir. Adım adım hayat bulan Haliç, canlı dönüşümün göstergesi olan
balıkların ve diğer su canlılarının üreme, hayat ve uğrak mekânı olmuştur.
“Haliç Çevre Koruma Projesi” Dünya Büyükşehir Belediyeler Birliği tarafından Metropolis birincilik ödülünü almaya hak kazanmıştır.

Canlılar kendi yaşam ortamlarında koruma altına alınabilecekleri gibi, bulundukları alan dışına çıkarılarak da koruma altına alınabilirler. Aklınıza şöyle bir soru takılabilir: Canlı yaşadığı ortamdan nasıl dışarıya çıkarılır?
Elbette, bu mümkün değildir. Mümkün olan, koruma altına alınacak canlıya ait genetik materyalin çeşidine ve kaynağına bağlı olarak botanik ve zooloji bahçelerinde, tohum bahçelerinde, doku kültüründe, tohum, polen ve DNA saklama bankalarında korunmasıdır. Tahmin edebileceğiniz gibi genetik kaynakların dışarıda uzun süre korunabilmesi oldukça pahallı bir süreçtir.
Öte yandan yapay koşullar altında korunan ve üretilen genetik materyal, tamamen insana bağımlı olmakta ve doğaya bırakılınca kısa sürede nesli tükenebilmektedir. Bütün bu bilgiler ışığında, bir türün kendi yaşam ortamında korunmasının, genlerinin dışarıda koruma altına alınmasından daha güvenilir ve daha ucuz olduğu görülmektedir.
Ülkemizdeki bu çalışmalar, tarımsal biyolojik çeşitliliği koruma amaçlı olarak 1930’lu yıllarda, orman biyolojik çeşitliliğini koruma amaçlı olarak da 1975 yıllında başlatılmıştır. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına (GTHB) bağlı Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsü ile Ege Tarımsal Araştırmalar Enstitüsünde bulunan gen bankaları, kültür bitkilerinin yabani akrabalarının ve diğer otsu bitki türlerinin korunmasında önemli bir yere sahiptir. Tohum bankalarında yerel tohumun korunması, bunların ürüne dönüşümü ve hep daha iyi şartlarda (sağlıklı ve verimli tohumların seçilerek) gelecek nesillere aktarılması biyolojik çeşitliliğimizin ve topraklarımızın korunması kadar, sağlığımız ve yerel kültürümüzü korumak için de çok önemlidir. Örneğin Ş.Urfa’ya özgü domates, biber, nar, buğday, salatalık ve patlıcan tohumları GAP Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü tarafından depolanarak çiftçiye dağıtılmaktadır. Ülkemizde, hayvanlar için de gen bankası oluşturma çalışmaları sürmektedir. Orman ve Su İşleri Bakanlığının “Ulusal Biyoçeşitliliğin ve Gen Kaynaklarının Korunması Hedefleri Doğrultusunda Büyük Memeli Türlerinin Araştırılması, Korunması ve Yönetimi” projesi kapsamında, Türkiye’de yaşayan bütün büyük memeli türlerin DNA ve hücre örneklerini barındıracak gen bankası çalışmaları başlatılmıştır. Sizler de öğretmeninizle birlikte size en yakın gen bankası hakkında bilgi toplayabilirsiniz.
Ülkemizde gerek devlete bağlı kurumlar gerekse gönüllü çalışan kuruluşlar, doğal yaşamı ve endemik türlerimizi korumak adına pek çok önlem almakta ve birçok çalışma yürütmektedirler. Avlanma yasakları, erozyonu önleme çalışmaları, çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik alınan tedbirler bunlardan bazılarıdır.
Şunu unutmamamız gerekir ki hepimiz çevremizden sorumluyuz ve çevreyi koruma işini sadece kurum ve kuruluşlardan beklersek gelecek nesillere yaşayan bir çevre yerine bozulmuş bir çevre bırakacağız. Bizler de elimizden geldiği kadarı ile çevre koruma faaliyetlerine katılabilir ve çevremizdeki insanları bilinçlendirebiliriz.
Gönüllü çevre kuruluşlarının çoğu halkımız tarafından bilinmemektedir.
Türkiye Erozyonla Mücadele ve Ağaçlandırma Vakfı (TEMA), Çevre ve Kültür Vakfı (ÇEKÜL), Çevre Gönüllüleri Derneği, Türkiye Çevre Eğitimi Vakfı, Türkiye Doğal Hayatı Koruma Derneği, Çevre Dostları Derneği, Çevre Koruma ve Araştırma Vakfı (ÇEVKOR), Su Ürünleri Derneği, Türk Deniz Araştırmaları
Vakfı, Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği, (ETO), Sürdürülebilir Kalkınma Derneği bu kuruluşlardan bazılarıdır.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski

Color Posts