“Su hayattır.” sloganını hepimiz duymuşuzdur. Uzay araştırmaları sırasında bir gezegene yolculuk yapıldığında yaşam için ilk aranan, suyun varlığıdır. Dünya yüzeyinin ¾’ünün ve canlı organizmanın büyük bir kısmının sudan oluştuğunu biliyorsunuz. Etrafınıza baktığınızda deniz, göl, nehir ya da ırmak gibi yeryüzünü kaplayan su kaynaklarını gözlemleyebilirsiniz. Bulutlar, yağmur, kar, çiy ve nem havadaki su buharının göstergesidir.
Su canlılar için vazgeçilmez bir öğedir. Fakat canlılarda bulunan su miktarı, canlı türüne göre farklılık gösterir. Bazen bir organizmaya ait organlardaki su miktarı bile değişiklik gösterebilir. Sizce, bu su miktarı nelere bağlı olabilir? Tahmin edeceğiniz gibi canlı organizmanın yaşı ve metabolik etkinliği su miktarı ile ilişkilidir. Örneğin embriyodaki su miktarı ergin bireylerdekinden daha fazladır ve yaş ilerledikçe su oranı azalır. Tohumdaki su miktarı %15’in altındadır. Bu nedenle tohumun çimlenmesini sağlayan enzimler çalışamaz, su miktarı arttığında ise çimlenme başlar.
Şimdi hangi özelliklerinin su molekülünü vazgeçilmez yaptığını düşünelim ve beraberce tartışalım.
Suyun yapısını hatırlamaya çalışalım. Su bir oksijen atomuna iki hidrojen atomunun bağlanmasıyla oluşmuştur. Su moleküllerini ise birbirine bağlayan çok sayıda hidrojen bağı bulunmaktadır. Bu çok sayıdaki hidrojen bağı, beraberce su moleküllerini bir arada tutan bir kuvvet oluşturarak suya kararlı bir hâl kazandırır. Anlayacağınız üzere suyun bu kararlı yapısı canlılık olayları üzerinde oldukça etkilidir. Suyun kararlı yapısı, su ve suda çözünmüş maddelerin topraktan alınıp yüksekteki bitki organlarına taşınmasını sağlar.
Canlılarda bulunan suyun çözücü özelliği, içerisinde iyonların bulunmasını mümkün kılar. Su, bu özelliği ile toprakta bulunan moleküllerin çözünmesini sağlar. Böylece bitkiler ihtiyaçları olan molekülleri köklerinden su ile birlikte almış olur .
Nisan ayında, ailenizle birlikte akşam haberlerini izlerken Antalya’da denize giren insanları gördüğünüzde, onların ne kadar şanslı olduklarını düşünebilirsiniz. Bir tarafta hava sıcaklığı düşükken diğer tarafta yüksektir. Yerleşim bölgelerindeki bu çeşit iklim değişikliklerine neden olan faktörlerden birinin suyun kimyasal özelliği olduğunu hiç düşündünüz mü? Suyun öz ısısının birçok bileşiğin öz ısısından yüksek olmasından dolayı
sıcaklık değişimleri hızlı gerçekleşmez. Deniz ve okyanus gibi büyük su kütleleri yaz mevsiminde ya da gündüzleri, güneşten büyük miktarda ısı almalarına rağmen sıcaklıkları aşırı miktarda artmazken kışın ya da gece olduğunda ise ortama ısı verirler. Bu nasıl olur, diye aklınıza takılmış olabilir. Büyük su kütleleri aldıkları ısının büyük bir kısmını su molekülleri arasındaki hidrojen bağlarını kırmak için kullanırlar. Dolayısı ile suyun sıcaklığı sadece birkaç derece artar. Hava soğuduğunda ise, çok miktarda yeni hidrojen bağı kurulur ve bu sırada dışarıya ısı verilir. Suyun bu yavaş soğuma süreci ortamın ısınmasını sağlar. Bütün bunlar, kıyı bölgelerinde ılıman bir iklimin nasıl hâkim olduğunu; deniz, göl ve okyanus canlılarının yaşama ortamlarındaki sıcaklığın nasıl korunduğunu açıklamaktadır.
Hepimiz suyun ısı aldığında sıvı hâlden gaz hâline dönüştüğünü biliyoruz. Buharlaşma sonucunda su buharı oluştuğunu anımsayınız. Göl, deniz, okyanus gibi büyük su kütlelerinde meydana gelen su buharı, rüzgârlarla birlikte başka bölgelere taşınır ve soğuk hava ile karşılaştığında yoğunlaşarak yağmurları oluşturur.
Benzer durum, spor yaptığımızda ya da sıcak günlerde de gerçekleşir. Terleme sırasında deri üzerindeki su buharlaştığından su kaybedersiniz. Buharlaşma sırasında vücut ısı kaybettiğinden sıcaklığını dengeye getirmiş olur. Ateşi yükselen kişiler terlemeye başlar. Derimiz iklimlendirme cihazı gibi görev yapar. ladığında sıcaklıkları normale dönüyor demektir.
Görsel medyada, çok soğuk günlerde göldeki suların donmasıyla oluşan buzun üzerinde yürüyen insanlar veya hayvanlar görmüşsünüzdür. Nasıl oluyor da bu kadar soğuk bir ortamda, suda yaşayan canlılar donmadan yaşamlarını devam ettirebiliyorlar? Çoğumuz buzluğa su dolu bir bardak ya da soda şişesi koyup unutmuşuzdur. Buzluğun kapağını açtığımızda karşılaştığımız manzara kırık bir bardak ya da şişedir. Bu bize suyun donduğunda hacminin genişlediğini gösterir. Hacmi genişlediği için de buzun özkütlesi suya göre küçük olacaktır. Bunu bir buz parçasını suya atarak da gözlemleyebilirsiniz, atılan buz suda yüzecektir. Suyun bu özelliği canlıların yaşamını sürdürebilmesine olanak sağlamaktadır.
Kan dokusunun büyük çoğunluğu sudan oluşur ve su, kandaki hücrelerin ve maddelerin taşınmasında görev alır. Eğer vücudumuz için gerekli miktarda su almazsak hücreler dolaşım sisteminden yani kandan sıvı çekerler. Bu da kalbin çalışmasını zorlaştırır. Aynı zamanda böbrekler suyu iyi süzemedikleri için böbreğin görevini karaciğer ve diğer organlar üstlenir ve bu durum bu organlarda şiddetli tahribata neden olur.
Suyun canlılar için öneminin bu kadar olmadığını hepimiz biliyoruz. Örneklerimizi artırabiliriz. Fotosentezde su kullanılması, eklemler arasında sıvının bulunması, göz kürenin şeklinin korunması gibi daha bir çok örnek suyun canlılar için önemini ortaya koymaktadır
Su canlılar için vazgeçilmez bir öğedir. Fakat canlılarda bulunan su miktarı, canlı türüne göre farklılık gösterir. Bazen bir organizmaya ait organlardaki su miktarı bile değişiklik gösterebilir. Sizce, bu su miktarı nelere bağlı olabilir? Tahmin edeceğiniz gibi canlı organizmanın yaşı ve metabolik etkinliği su miktarı ile ilişkilidir. Örneğin embriyodaki su miktarı ergin bireylerdekinden daha fazladır ve yaş ilerledikçe su oranı azalır. Tohumdaki su miktarı %15’in altındadır. Bu nedenle tohumun çimlenmesini sağlayan enzimler çalışamaz, su miktarı arttığında ise çimlenme başlar.
Şimdi hangi özelliklerinin su molekülünü vazgeçilmez yaptığını düşünelim ve beraberce tartışalım.
Suyun yapısını hatırlamaya çalışalım. Su bir oksijen atomuna iki hidrojen atomunun bağlanmasıyla oluşmuştur. Su moleküllerini ise birbirine bağlayan çok sayıda hidrojen bağı bulunmaktadır. Bu çok sayıdaki hidrojen bağı, beraberce su moleküllerini bir arada tutan bir kuvvet oluşturarak suya kararlı bir hâl kazandırır. Anlayacağınız üzere suyun bu kararlı yapısı canlılık olayları üzerinde oldukça etkilidir. Suyun kararlı yapısı, su ve suda çözünmüş maddelerin topraktan alınıp yüksekteki bitki organlarına taşınmasını sağlar.
Canlılarda bulunan suyun çözücü özelliği, içerisinde iyonların bulunmasını mümkün kılar. Su, bu özelliği ile toprakta bulunan moleküllerin çözünmesini sağlar. Böylece bitkiler ihtiyaçları olan molekülleri köklerinden su ile birlikte almış olur .
Nisan ayında, ailenizle birlikte akşam haberlerini izlerken Antalya’da denize giren insanları gördüğünüzde, onların ne kadar şanslı olduklarını düşünebilirsiniz. Bir tarafta hava sıcaklığı düşükken diğer tarafta yüksektir. Yerleşim bölgelerindeki bu çeşit iklim değişikliklerine neden olan faktörlerden birinin suyun kimyasal özelliği olduğunu hiç düşündünüz mü? Suyun öz ısısının birçok bileşiğin öz ısısından yüksek olmasından dolayı
sıcaklık değişimleri hızlı gerçekleşmez. Deniz ve okyanus gibi büyük su kütleleri yaz mevsiminde ya da gündüzleri, güneşten büyük miktarda ısı almalarına rağmen sıcaklıkları aşırı miktarda artmazken kışın ya da gece olduğunda ise ortama ısı verirler. Bu nasıl olur, diye aklınıza takılmış olabilir. Büyük su kütleleri aldıkları ısının büyük bir kısmını su molekülleri arasındaki hidrojen bağlarını kırmak için kullanırlar. Dolayısı ile suyun sıcaklığı sadece birkaç derece artar. Hava soğuduğunda ise, çok miktarda yeni hidrojen bağı kurulur ve bu sırada dışarıya ısı verilir. Suyun bu yavaş soğuma süreci ortamın ısınmasını sağlar. Bütün bunlar, kıyı bölgelerinde ılıman bir iklimin nasıl hâkim olduğunu; deniz, göl ve okyanus canlılarının yaşama ortamlarındaki sıcaklığın nasıl korunduğunu açıklamaktadır.
Hepimiz suyun ısı aldığında sıvı hâlden gaz hâline dönüştüğünü biliyoruz. Buharlaşma sonucunda su buharı oluştuğunu anımsayınız. Göl, deniz, okyanus gibi büyük su kütlelerinde meydana gelen su buharı, rüzgârlarla birlikte başka bölgelere taşınır ve soğuk hava ile karşılaştığında yoğunlaşarak yağmurları oluşturur.
Benzer durum, spor yaptığımızda ya da sıcak günlerde de gerçekleşir. Terleme sırasında deri üzerindeki su buharlaştığından su kaybedersiniz. Buharlaşma sırasında vücut ısı kaybettiğinden sıcaklığını dengeye getirmiş olur. Ateşi yükselen kişiler terlemeye başlar. Derimiz iklimlendirme cihazı gibi görev yapar. ladığında sıcaklıkları normale dönüyor demektir.
Görsel medyada, çok soğuk günlerde göldeki suların donmasıyla oluşan buzun üzerinde yürüyen insanlar veya hayvanlar görmüşsünüzdür. Nasıl oluyor da bu kadar soğuk bir ortamda, suda yaşayan canlılar donmadan yaşamlarını devam ettirebiliyorlar? Çoğumuz buzluğa su dolu bir bardak ya da soda şişesi koyup unutmuşuzdur. Buzluğun kapağını açtığımızda karşılaştığımız manzara kırık bir bardak ya da şişedir. Bu bize suyun donduğunda hacminin genişlediğini gösterir. Hacmi genişlediği için de buzun özkütlesi suya göre küçük olacaktır. Bunu bir buz parçasını suya atarak da gözlemleyebilirsiniz, atılan buz suda yüzecektir. Suyun bu özelliği canlıların yaşamını sürdürebilmesine olanak sağlamaktadır.
Kan dokusunun büyük çoğunluğu sudan oluşur ve su, kandaki hücrelerin ve maddelerin taşınmasında görev alır. Eğer vücudumuz için gerekli miktarda su almazsak hücreler dolaşım sisteminden yani kandan sıvı çekerler. Bu da kalbin çalışmasını zorlaştırır. Aynı zamanda böbrekler suyu iyi süzemedikleri için böbreğin görevini karaciğer ve diğer organlar üstlenir ve bu durum bu organlarda şiddetli tahribata neden olur.
Suyun canlılar için öneminin bu kadar olmadığını hepimiz biliyoruz. Örneklerimizi artırabiliriz. Fotosentezde su kullanılması, eklemler arasında sıvının bulunması, göz kürenin şeklinin korunması gibi daha bir çok örnek suyun canlılar için önemini ortaya koymaktadır
Tags:
9.SINIF KONU ANLATIM