Linnaeus’un çalışmalarını yaptığı dönemde, her bilim insanının canlı türlere verdikleri isimler farklılık göstermekteydi. İsimler çoğu zaman anlaşılması zor ve uzun sözcüklerden oluşmaktaydı. Örneğin günümüzde Rosa canina olarak isimlendirilen yabani gül 18. yüzyıl öncesinde “korularda yaşayan, kırmızımsı yumuşak yapraklı beyaz gül” anlamına gelen Rosa sylvestris alba cum rubore folio glabro gibi uzun ve hatırlanması
oldukça zor şekilde adlandırılmıştı. Bunun yanında, eskiden kullanılan isimlendirmeler çoğu zaman bilim insanlarının aynı canlı türlerini farklı isimlerle tekrardan tanımlaması veya aynı ismi birden fazla canlı türüne vermesi gibi oldukça problemli bir durumu ortaya çıkarmaktaydı.
Linnaeus, bu durum karşısında hatırlanması kolay ve aynı zamanda canlılar arasındaki yakınlık derecesini gösterecek iki kelimeden oluşan bir isimlendirme yöntemi bulmuştur. Linnaeus’un taksonomi alanına kattığı en büyük yenilik olan bu isimlendirme, tıpkı bizlerin ad ve soyadı gibi hem söz konusu canlı türünü tanımlamakta hem de benzer olduğu türler hakkında bilgi vermektedir. Bu isimlendirme şeklini ilk defa “Doğa Sistemi” adlı eserinde dünyaya duyurmuş ve bu isimlendirme şekline ikili adlandırma (Binomial Nomenklatür) adını vermiştir.
Adlandırmalar genel olarak Latince kelimelerle yapılır. Bunun sebebi, Latince kullanılmayan bir dil olduğundan kelimelerin ileride değişme tehlikesiyle karşı karşıya olmamasıdır. Verilen isimlerden ilki cins ismini temsil ederken ikincisi tür ismi olarak belirlenmiştir. Her iki kelime de italik olarak yazılırken
cins isminin ilk harfi büyük yazılır ve tür ismi tamamıyla küçük harflerden oluşturulur. Örneğin bu isimlendirme yöntemiyle yabani gül, Rosa canina şeklinde adlandırılmaktadır.
Linnaeus ile aynı dönemlerde yaşayan ve benzer sınıflandırma çalışmalarına ilgi duyan George Louis de Buffon (1707-1788), sınıflandırma yapılırken canlılar arasındaki benzerliklerin gösterilmesinin önemi üzerinde durarak günümüzde kullanılan sınıflandırmaya önemli bir katkı sağlayan bir başka bilim insanı olmuştur. Bu görüşte, canlılar organlarının kökenlerine göre sınıflandırılmıştır. Embriyonik dönemde aynı hücre grubundan köken alan fakat farklı işlevler yerine getirmek için özelleşmiş organlara bakılarak yapılan sınıflandırmalara doğal sınıflandırma denir. Bu sınıflandırma sisteminde ise kuşların kanatları, kedilerin ön ayakları, insanların kolları ve balinaların yüzgeçleri gibi yapılar benzer yapılar olarak düşünülmektedir. Günümüzde kullanılan sınıflandırmada ayrı gruplarda yer alan bu canlıların sahip oldukları ortak yapılar sınıflandırmadaki benzerlikleri göstermektedir.
oldukça zor şekilde adlandırılmıştı. Bunun yanında, eskiden kullanılan isimlendirmeler çoğu zaman bilim insanlarının aynı canlı türlerini farklı isimlerle tekrardan tanımlaması veya aynı ismi birden fazla canlı türüne vermesi gibi oldukça problemli bir durumu ortaya çıkarmaktaydı.
Linnaeus, bu durum karşısında hatırlanması kolay ve aynı zamanda canlılar arasındaki yakınlık derecesini gösterecek iki kelimeden oluşan bir isimlendirme yöntemi bulmuştur. Linnaeus’un taksonomi alanına kattığı en büyük yenilik olan bu isimlendirme, tıpkı bizlerin ad ve soyadı gibi hem söz konusu canlı türünü tanımlamakta hem de benzer olduğu türler hakkında bilgi vermektedir. Bu isimlendirme şeklini ilk defa “Doğa Sistemi” adlı eserinde dünyaya duyurmuş ve bu isimlendirme şekline ikili adlandırma (Binomial Nomenklatür) adını vermiştir.
Adlandırmalar genel olarak Latince kelimelerle yapılır. Bunun sebebi, Latince kullanılmayan bir dil olduğundan kelimelerin ileride değişme tehlikesiyle karşı karşıya olmamasıdır. Verilen isimlerden ilki cins ismini temsil ederken ikincisi tür ismi olarak belirlenmiştir. Her iki kelime de italik olarak yazılırken
cins isminin ilk harfi büyük yazılır ve tür ismi tamamıyla küçük harflerden oluşturulur. Örneğin bu isimlendirme yöntemiyle yabani gül, Rosa canina şeklinde adlandırılmaktadır.
Linnaeus ile aynı dönemlerde yaşayan ve benzer sınıflandırma çalışmalarına ilgi duyan George Louis de Buffon (1707-1788), sınıflandırma yapılırken canlılar arasındaki benzerliklerin gösterilmesinin önemi üzerinde durarak günümüzde kullanılan sınıflandırmaya önemli bir katkı sağlayan bir başka bilim insanı olmuştur. Bu görüşte, canlılar organlarının kökenlerine göre sınıflandırılmıştır. Embriyonik dönemde aynı hücre grubundan köken alan fakat farklı işlevler yerine getirmek için özelleşmiş organlara bakılarak yapılan sınıflandırmalara doğal sınıflandırma denir. Bu sınıflandırma sisteminde ise kuşların kanatları, kedilerin ön ayakları, insanların kolları ve balinaların yüzgeçleri gibi yapılar benzer yapılar olarak düşünülmektedir. Günümüzde kullanılan sınıflandırmada ayrı gruplarda yer alan bu canlıların sahip oldukları ortak yapılar sınıflandırmadaki benzerlikleri göstermektedir.
Tags:
9.SINIF KONU ANLATIM